S. Muhtar Alus
O vakit ki
ramazanlarda, aşağı yukarı öğlelere kadar caddelerin, sokakların hali
şimdilerdeki nüfus sayımı günlerinin, tayyarelere karşı pasif korunma
tecrübelerinde görülen alarm saatlerinin hemen hemen eşi gibiydi.
Gelip geçeni parmakla
göster. Sütçü, salepçi, simitçi, peynirli pideci, zerzevatçı sesleri,
bağırtıları da yok.
Öğle okunacak da dini
bütünlerde sahiden oruç, müraîler de yemeğin mükemmelini kıvırmış
dopdolu midelerle yalandan oruç edaleti, evlerinden çıkacaklar; işlerine
güçlerine gidecekler.
O saate kadar camilerde de
ervahîler. Bunlar da dolmaya başlar, ilk seğirtileri küçük evlilerden
babaanneler, anneanneler, teyzeler, kaynanalar, konaklara barınmışlardan
kahya kadın, dadı kalfa, ihtiyar bacı ve yaşlı çanak yalayıcılar teşkil
ederdi.
Yani ince eleyip, sık
dokumayan makuleler. Ne hafızın ses muhrikliğini, ne kurralığını ve yedi
usul kıraatini, ne de hıfzının kuvvetini aramayan ve hatır ve hayale
getirmeyen takımlar.
Gaygaylı, çatlak zurna
savtlı, yalnız beyatî makamını bellemiş, dinleyicisi tarafından boyuna
yanlışı çıkarılan, estağfurullahı basıp düzelten acemi çaylak, bunak,
külüstür hafızların etrafındalar.
Yahut da ayıboğan kılıklı,
kavuğu arkaya itik, sıtma görmemiş sesle:
“Ey camaat, cehennemliğiz
cehennemlik. Zebaniler dillerimizi ateşten kerpetenlerle çekecekler!
Tabanlarımızı kızgın demirlerde gezdirecekler! Bedenlerimizi cayır cayır
küllerimizi küreklerle savuracaklar!" diye rahleye güm güm yumruk vuran
yobaz vaizlerin avaz avaz yaygaralarına kulak kesilmedeler.
Bazı muayyen camilerdeki
hafızlar ve vaizler yüksek, dinleyicileri de seçmeydi.
Birinci kademede
Ayasofya'daki Yerebatan, Vezneciler'deki Abacılar, Direklerarası
nihayetindeki Camcı Ali mescitleri.
Bu üçünün gedikli
(tilavethanı), hatuneler baş tacı meşhur Hafız Sami. Aynı saftaki diğer
mescitlerde şehzadebaşı'nda Mimar Ayaş, Vefa'da Taştekneler, Laleli'de
Kızıltaş'dı.
Oraların
demirbaşları da Udî Şekerci Cemil'in ağabeysi, namlı yakışıklılardan
Hafız Etem; (şirin Hafız) lakaplı, Karacayağız Şevket, nazik,
nazeninliğiyle şöhretli Yamalı Nuri efendiler.
Ramazanda
cennetlemişlerin ruhuna hatim sürdürmek küberaca, hatta orta hallilerce
mergup; yar-u ağyare karşı namdar bir hafız
peylemek mutad.
İşte saydığımız
camiciklere kalantor kalantor hanfendiler buyurur, yanlarında ekdileri
de eksik olmazdı ve cümlesi pür tuvalet...
306 tarihinde (1890)
yaşmak ferace ba-irade yasak edilinceye kadar, sırtlarda Çarşı-i kebirli
Terzi Anastas'ın, Makasıgüzel'in bol harçlı, kabuk gibi feraceleri;
ondan sonraları Yenikapılı Şaşı Manyo'nun, Beşiktaşlı Vasiliki'nin, daha
ardından Beyoğlu Spigel'in, Efiyeni'nin, Kalivresi'nin dapdaracık, kloş
etek çarşafları....
Anaçkolar Hafız
Sami'nin süzüm süzüm didelerine. Hafız Etem'in kumral sakalına. Hafız
Şevket'in tip şirinliğine. Hafız Nuri'nin edep ve nezaketine hayran,
yanlarındakileri dürte dürte çoştukları anlarda tazeleri de az ötede,
aktarma edildikleri Şehzade Camisi'nde.
Deringahı eni konu
mesire yeri, tuvalet meşheri, aşna fişne merkezi olurdu. İkinci örneği
de Sultanahmed'deki.
En yeni diktirilen
çarşaflar, içlerinde bluzlar, tepe veya ense puzlu, alın bombeli, düğüne
gidercesine elmaslarla donanırlar pelerinlerinin altına ikinci, üçüncü
rütbe Şefkat nişanlarını takanlar bile bulunurdu.
Maksureler,
kürsüler, son cemaat yerleri etrafında gelsin piyasa...
Kafes arkalarında
beyler. İçeriden dışarıdan lavanta kokuları birbirine karışıyor; türlü
pozlarla klasik işaretlerin kaffesi çakılıyor; iltifatlar, karşılıkları
yağıyor.
Karagöz'deki
Gırtlak nine misali acuzelerde: "Boyunuz devrilsin şıllıklar!...
Boynunuz altında kalsın çapkınlar!" diye söyleniş; kayyumlarda sunturlu
sunturlu ağız bozuş. Kaşla göz arasında şık hanımlar da birbirlerine
nezzare; müstehzi müstehzi dudak bükme, bıyık altından gülme...
Şehzadebaşı'nın
Nizamiye Karakolu köşesinden Beyazıd’daki Maliye'nin önüne kadarki araba
piyasalarının başlamasına kadar bu vaziyet sürer, sonra dışarıya hurya
edilir, beyler iç avluya, meydanlığa alay bekler gibi iki keçeli olarak
dizilir son tebessümler ve aşnacıklar teati kılınırdı.
Ol hinlerde
ikindiyi kılmak, mukabele dinlemek, sofu suleha görünmek için
Süleymaniye'ye, Beyazıd Camisi'ne düşen büyük rütbeli kimseler çok.
Birinci, ikinci, üçüncü kilerci, seccadeci, ibrikdar, kitapçı gibi saray
takımı, devairden hayli rical. Meydanda zahitlikleriyle maruf bir kaç
vezir de var.
Avdetten evvel
mutlaka Beyazıd sergisine uğrarlar. Feshane’nin Karamürsel
Fabrikası'nın, Sanayi Mektebi'nin barakalarındaki kadife koltuklarda
birer nebze tesbihe vardıktan sonra caddeyi tutarlardı.
Yıldız'da,
selâmlık yerindeki mahud bomba hadisesinden sonra buna çıkışanı da mumla
ara...
Daha büyük
kırattakilere, oldum olası yağma yok. Hatta ne şeyhislâm efendiye, ne de
Halife-i ruy-ı zeminin mührünü kesesinde taşıyan sadrâzam paşaya. Sebebi
de, gelip giderlerken kaçamak yaparak, bir ücra yere dalıverip Jön
Türklerle kafadarlık mı ediyorlar şüphesini uyandırmamak.
1891'de 41 yaşında
apansızın sadaret koltuğuna oturan, iki buçuk sene kadar duran müşir
Cevad Paşanın rüyasma mı girmiş nedir, bir ramazan günü Fatih Camisi'ne
gideceği, civarında medfun rahmetlilerinden birini ziyaret edeceği
tutmuş...
Sen misin bunu
yapan? Lâhzada Yıldız'a curnal curnal üstüne hünkârda telaş, heyecan,
hiddet; akabinde de adamcağızın azline dair irade. Barut fıçısı ayarı
Girit ceziresine vali ve kumandanlıkla sürüvermiş zavallıcığı...
(İstanbul Yazıları, s.
142-144)
|